Artık subjektif bir yorumdan öte bir gerçek olarak görünüyor
ki , durum aslında tam da planlandığı
,kurgulandığı ve de istenildiği seklinde
ilerliyor , yürüyor hatta tıkır tıkır işliyor
..
Ve de yine görünen o ki bir
don biçilmiş bize ve bizim de biçilen bu donu
giymemiz zaruri . Ya seve ya da …
Her neyse !
Bu don giyilmiş rollerde , kimin hangi görevde olması , ona
verileni yerine getirmesi dışında herhangi bir çıkıntıya , itiraza hele ki başkaldırıya asla izin yok .
Olası her kurgu durum
için rollere uygun oyuncular da seçilmiş
ve rol dağılımları da yapılmış . Sen
başkan , sen soytarı , sen yalaka , sen
sözde başkaldıran asi , sen hain
, sen kahraman diye diye …
Yalnız çokta uzun süre
bazı durağan ve aksiyondan uzak rollerde ki aynı oyuncuların varlığı, ya da başarısız
oyunculukları seyirciyi monotonluğa itip, sıkılıp
dikkatlerini dağıtmalarına , farklı arayışlara
yönelmelerine , asıl büyük tehlike olarak
da salonu terk etme duygusuna kapılıp , uyanışlarına sebep olabileceğinden korkuyla olsa gerek , arada bazı oyuncuları ve rolleri bazen büyük, bazen de minik dokunuşlarla değiştiriyorlardı zamanı geldikçe .
Etkisi mi ? Etkisine gelince
“Pat , pat , pat . “ etki yalnızca bir balonun patlamasından
çıkan ses kadar , hepsi bu …
Bu gerek gördükleri
hal ve durumlarında ki eylemler o
kadar açık seçik bir yöntemle yapılıyordu
ki , talebi yapması gerekene bile fırsat bırakmadan her şeyi kendileri uyguluyorlardı . Yani kurgu o kadar aleniydi ki ,
baş rol , yardımcı roller ya da fügüranlıkların hepsi bu programa göre kurgulanıp yönetiliyordu ...
Bu nedenledir ki ben bu
oyuna “Patlak Balonlar adini verdim . Gün
geçmiyordu ki bir balon paylamaya görsün .
İnsanların büyük çoğunluğu ise bu esnada onlara verilen seyirci rolünde ki görevleri için koltuklarımıza gömülmüş olup biteni bir
aksiyon filmi edasıyla “güya” pür dikkat
izleyip , bilip bilmeden ama bolca , çokça ve
istedikleri içerik ve mahiyete uygun yorumluyor , yorumluyor , sonu gelmez bir
şekilde ha bire yorumluyordu …
Bu durumda ben , tüm çıplaklığına rağmen bu durumu afiyetle yiyen seyircilere acı bir afiyet olsun diyor ve yemeğin üstüne
GDOsu ile oynanmış mısırlardan üretilen şuruplarla
tatlandırılmış kaymaklı beyaz ekmek kadayıfı ısmarlayıp ,
sonrasında daha fazla dayanamayıp
lavobaya koşuyor , bir güzel kusup , sonrasında krozete kendimi atıyor ve
de üzerime sifonu çekiyor ve karanlık
dehlizlerde gözden kayboluyorum ...
Hikaye burada bitiyor . Ve hikayeyi George Orwell’e ithaf
ediyorum .
…
Sonrasında mı ne olduğunu merak ediyorsunuz ?
Sabah uyandığımda yeni günde kendimi seyirci koltuğuna oturmuş
,arınmış, temizlenmiş , huzur içinde , önüme konulanı tüketen, gösterileni izleyen, söyleneni
dinleyen, buyrulanı yapan , o şanslılardan
biri olarak buluyorum . Şimdi ki asli görevim
balon şişirmek ... Eeee maaşıda dolgun ,rahat
bir iş , kafam da pek rahat , gerisi kimin umurunda ...
Şimdi belki aklım kıt ama huzurum bol !
AA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder