25 Ekim 2017 Çarşamba

Patlayan Balonlar


Artık subjektif bir yorumdan öte bir gerçek olarak görünüyor ki ,  durum aslında tam da planlandığı ,kurgulandığı ve de  istenildiği seklinde ilerliyor , yürüyor hatta  tıkır tıkır işliyor ..

Ve de yine görünen o  ki  bir don biçilmiş bize ve bizim de biçilen bu donu  giymemiz  zaruri . Ya seve ya da … Her neyse !

Bu don giyilmiş rollerde , kimin hangi görevde olması , ona verileni yerine getirmesi dışında herhangi bir çıkıntıya , itiraza  hele ki başkaldırıya  asla izin yok .

Olası  her kurgu durum  için rollere uygun oyuncular da seçilmiş  ve rol dağılımları da  yapılmış . Sen  başkan , sen soytarı , sen yalaka , sen  sözde başkaldıran asi , sen  hain , sen kahraman diye diye  …

 Yalnız çokta uzun süre bazı durağan ve aksiyondan uzak rollerde ki  aynı  oyuncuların varlığı, ya da başarısız oyunculukları   seyirciyi monotonluğa itip, sıkılıp dikkatlerini dağıtmalarına ,  farklı arayışlara yönelmelerine   , asıl büyük tehlike olarak da  salonu terk etme duygusuna kapılıp ,  uyanışlarına sebep  olabileceğinden korkuyla olsa gerek ,  arada bazı oyuncuları ve rolleri  bazen büyük, bazen de minik dokunuşlarla  değiştiriyorlardı zamanı geldikçe .

Etkisi mi ? Etkisine gelince  “Pat , pat , pat  .  “ etki yalnızca bir balonun patlamasından çıkan ses kadar , hepsi bu …

Bu gerek gördükleri  hal ve durumlarında ki eylemler  o kadar açık seçik bir yöntemle  yapılıyordu ki ,  talebi yapması  gerekene bile fırsat bırakmadan her şeyi  kendileri uyguluyorlardı  . Yani kurgu o kadar aleniydi  ki ,  baş  rol ,  yardımcı roller  ya da fügüranlıkların hepsi bu programa göre  kurgulanıp yönetiliyordu  ...

Bu nedenledir ki  ben bu oyuna “Patlak Balonlar  adini verdim  .   Gün geçmiyordu ki bir balon paylamaya görsün .

İnsanların büyük çoğunluğu ise  bu esnada onlara  verilen seyirci rolünde ki görevleri  için koltuklarımıza gömülmüş olup biteni bir aksiyon filmi edasıyla  “güya” pür dikkat izleyip  ,  bilip bilmeden ama bolca , çokça ve istedikleri içerik ve mahiyete uygun yorumluyor , yorumluyor , sonu gelmez bir şekilde  ha bire yorumluyordu …

Bu durumda ben  ,  tüm çıplaklığına  rağmen bu  durumu afiyetle yiyen  seyircilere  acı bir afiyet olsun diyor ve yemeğin üstüne GDOsu ile oynanmış  mısırlardan üretilen şuruplarla  tatlandırılmış  kaymaklı beyaz ekmek kadayıfı ısmarlayıp , sonrasında daha fazla dayanamayıp  lavobaya koşuyor , bir güzel kusup , sonrasında krozete kendimi atıyor ve de üzerime  sifonu çekiyor ve karanlık dehlizlerde gözden kayboluyorum  ...

Hikaye burada bitiyor . Ve hikayeyi George Orwell’e ithaf ediyorum .


Sonrasında mı ne olduğunu merak ediyorsunuz  ?

Sabah uyandığımda  yeni günde kendimi seyirci koltuğuna oturmuş ,arınmış, temizlenmiş ,  huzur içinde ,  önüme konulanı tüketen, gösterileni izleyen, söyleneni dinleyen, buyrulanı  yapan , o şanslılardan  biri olarak buluyorum . Şimdi ki asli görevim balon şişirmek ... Eeee maaşıda  dolgun ,rahat bir iş , kafam da pek rahat , gerisi kimin umurunda ...

Şimdi belki aklım kıt ama huzurum bol !


AA


Kendini çiçek sanan karpuz

Onu ilk kez gördüğümde ,  dördüncü kattaki evin  balkonunda tüm yaz üşenmezcesine açıp duran sardunyaların arasından başını usulca çıkarmıştı ,  yazın sonlarına doğru .

"Hey ben de buradayım"  dercesine . Kısa surede yapraklarını  gösterdi ve hızla uzamaya yayılmaya başladı . Sardunyalar , fesleğen ve saksısını  paylaştığı şeker çiçekleri de şaştılar bu yeni misafire .  Kimdi ki bu ?  Sarmaşık  deseler değil , çiçek deseler , evet belki biraz  ,  çünkü görünmeye başladıktan kısa sure sonra uzayan kollarda minik sari çiçeklerin açtığını gördüler ama belli ki kendileri gibi bir  çiçek de değildi . Bizimki vaktinin darlığını bildiğinden olsa  gerek hızla uzanıp durdu diğer saksılara ,çiçekleri açtı ve verilen suyu sabırsızca çekti köklerine . Çünkü bir sürprizi  vardi hem saksıları paylaştığı  arkadaşlarına ve sürpriz  misafir olduğu balkonun ve evin sahiplerine ...

Ev sahiplerinin kısa süreli yaz tatillerindeki  yokluklarını  fırsat bilip çiçeklerinden bir yavruyu sakladı sardunya saksısına  ve yaprakların  altına .... Günler geçtikçe , bu kendini çiçek sanan sürpriz  misafirin doğası gereği ömrü  sonlanmaya başladı . Çünkü çekirdeğini gizlediği topraktan doğmuş ,gelişmiş , çiçek açmış, hatta balkon saksısında  bir çiçek edasıyla salınmış  en sonunda meyvesini vermiş ,büyütmüş ve yolun sonuna gelmişti . Biliyordu ki meyvesinden gelecek sene de yasam sürecek döngü devam edecekti .Kendini çiçek sanan bu dostun . Ev sahipleri de onun için güzel bir tören düzenlediler ve gelecek yıl görüşmek üzeri vedalaştılar dün akşam . Çekirdekleri  kıymetli bir hazine gibi saklandı şüphesiz ...

AA

Ekim 17


18 Mayıs 2017 Perşembe

Şarkıya Dair Notlar ( Bir John Berger alıntısı ve etkisi )

Şarkıya Dair Notlar (*)

“  Bir Şarkı söylendiğinde ve çalındığında beden kazanır . Bunun da mevcut bedenlere el koyup onlara kısa süreliğine el koyup yapar . ( ödünç alınan beden ya da tek bir icracıya , icrası grubuna , dinleyicilere ait olabilir. Şarkı ödünç alınmış bir bedenden diğerine , beklenmedik şekilde akıp gider .Şarkı her seferinde ödünç aldığı bedenin içine yerleşir .Kendine bedenin iç organlarından bir yer bulur .Bir davulun kulak zarında , bir kemanın göbeğinde , şarkıcının ya da dinleyicinin , göbeğinde ya da böğründe … )  Dik tutularak çalınan kontrabasın bedenine , bir ağzın önünde kuşlar gibi uçuşan , inip kalkan bir çift elindeki mızıkanın bedenine ya da gümbür gümbür çalan davulcunun gövdesine . Şarkı tekrar tekrar şarkıcının bedenini ele geçirir. Ardında da şarkıyı dinleyen , ona mimikleri ile tepki veren , geçmişi hatırlayan ve geleceği hayal eden dinleyicilerin bedenlerini . Bir şarkı ele geçirdiği bedenlerden farklı olarak zaman ve mekan içinde sabitlenmiş değildir . Şarkı geçmiş tecrübeleri anlatır . Söylendiğinde şimdiyi doldur . Hikayelerde aynı şeyi yapar . Ama şarkıların sadece onlara has bir boyutu vardır . Şarkıyı şimdiyi doldururken bir taratan da gelecekteki bir dinleyen kulağa ulaşmayı umut eder . İleri uzanır uzanır uzanır . Bu umut ısrarcı olmasa bence şarkılar var olmazlar . Şarkılar ileriye uzanır .

Şarkılarıntemposu , ölçüsü , içindeki döngü ve  tekrarlar yatay zamanın akışına karşı bir sığınak inşa eder. Bu sığınak içinde gelecek , şimdi ve geçmiş birbirlerini teselli edebilir , kışkırtabilir, tiye alabilir  ya da birbirlerine ilham verebilir .

Günaydın Blues
Blues nasılsın ?
Nasılsın ?
Günaydın Blues
Blues Nasılsın ?
Şöyle bir uğradım
Laflayalım diye
( Bessie Smith )

..

Bütün şarkılarda mesafe vardır. Şarkı mesaeli değildir  ama malzemelerinden biri mesafedir , tıpkı varlığın herhangi bir grafik imgelerin malzemelerinden bir olması gibi . Şarkıların ve imgelerin ta başlangıcından beri böyledir bu .
Bütün şarkılar yolculuklar dairdir …
Şarkılar akıbetleri ve geri dönüşleri , karşılaşmaları ve vedaları anlatır . Başka türlü söylersek : Şarkılar bir yokluğa söylenir . İlhamlarını yokluk vermiştir ve yokluğa hitap ederler. Aynı zamanda şarkının paylaşılması iel yokluk da paylaşılır ve daha az kesikin , daha az yalnız , daha az sessiz bir hal alır . Bu asıl yokluğun , şarkının birlikte söylenmesi sırasında , hatta söylenmesinin hatırlanması sırasında “ azalması “ ortak bir zafer duygusu ile yaşanır . Bazen mutedil bir zaferdir bu , çoğunlukla da örtülü bir zafer .  “Kendimi bir şarkının sıcak kozasına sarıp “ demiş Jonny Cash “ her yere gidebilirdim ; kimse beni yenemezdi .
Şarkıların özü seste ya da zihinde değil oranlardadır . Sarıp sarmalamak için takip ederiz onları . Başka bir mesajın ya da etkileşim biçiminin sunduğundan bu yüzden farklıdır sundukları . Kendimizi mesajın içinde buluruz . Şarkıyla söylenmeyen gayri şahsi dünya dışarıda kalır , plasentanın dışında . Bütün şarkılar , içerikleri ya da söyleyişleri kuvvetle erkeksi olduğundan bile , anaç bir etki yaratır .
Şarkılar bir bağ kurar , toparlar ve bir araya getirir .Söylenmedikleri zamanlarda bile hazır bulunan toplanma noktalarıdır onlar . Şarkıların sözleri bir nesri oluşturan kelimelerden farklıdır . Nesirlerde kelimeler bağımsız faillerdir ;şarkılarda ise öncelikle ve her şeyden çok anadillerinin mahrem sesleridir . Anlamları her neyse ona işaret ederler, aynı zamanda o dilde bulunan bütün kelimeleri muhatap alır ya da onlara doğru akarlar .

Şarkılar nehirler gibidir. Her biri kendi yatağından akar – yine de hepsi her şeyin çıktığı yer olan denize ulaşmak için akar . Bir nehrin ağzından dökülen sular uçsuz bucaksız bir başka yere doğru yola çıkar . Bir şarkının ağzından çıkanlar içinde benzer bir şey geçerlidir … “ 

Geronimo’nun notu :  Blues Perişan Kütüphanesine   , bu sayfanın takipçisi – özellikle – müzik dostlarına , içlerinden bu yazar ve kitabı  okumamış olan müzik sevdalılarına ve de tutkunlarına armağan etmek isterim bu  çok kıymetli alıntıyı .

Bazen bir şeyleri çok severiz , çok anlamlandırırız çok  çokça yönlü ,  biliriz ki tek değil , çok şeydir bunun , bu sevginin  sebebi , ama gelin görün ki bir türlü anlatamayız .  Bu yazıyı okurken  sayfa diplerini kıvırmaktan canım çıktı .  Yakın zamanda kaybettiğimiz , büyük entelektüel , aydın , sanatçı , yazar John  Berger’in  yalnızca yüzdört sayfalık ,  bir solukta  okunan ve adına layık  kitabı “ Hoşbeş”  ( Kim bulumuşsa , şahane bir isim olmuş ) içinde ki “Şarkıya Dair Notlar “ başlıklı “ hoşbeş” in de yazarın  ;   müziği   gerek yaratıcısı , gerek icracısı , gerek dinleyicisi , gerek arşivleyicisi , gerek paylaşımcısı , gerekse de canlı (konser) tutkunları ,  hatta belkide  hiç dinlemeyeni ,  ya da anlama,  algılama derdinde olmayanı , kısacası tüm faktörleri ve denklemleri ile  bu  hem teknik hem , sosyal , hem de sanatsal içerikleri ile yorumlaması  beni hayran bıraktı  . Ve ilgili  bölümden bu uzun alıntıyı sizler için oturup gecenin saat   ikisi ile dördü arasında üşenmedim yazdım ve birazdan da Aptülika’ya yayınlaması için göndereceğim .

Neden müzik dinlerim , neden kimilerine göre halen dinazor denilen  grup ya da şarkıların peşinde koşarım , neden külüstür bir pikabı olmasına rağmen plak satın alırım, hatta neden yıllarca hiç pikabım olmadığı halde plaklarım oldu , neden internetten de olsa radyo yayını yapmaya çalışır da müziği halen paylaşmaya çalışırım , neden yüzlerce kez dinlediğim kimi şarkılar halen bana her dinlendiğinde farklı hisler verir , neden çok sevdiğim bir şarkıyı kıskanmak yerinde tam tersi herkes ile paylaşmak isterim , neden  kimi şarkılar sadece özel insanları aklıma getirir , neden halen tüm uykusuzluğuma direnerek  içinde “ şarkı “ geçtiği için hiç kaybolmayan heyecan ile bu yazıyı yazmaya çalışırım .
İşte  bütün bu zor soruların büyük bölümüne   basit ve yalın cevaplar bulduğum için yukarıdaki alıntıda …
 Hepsi bu !
Teşekkürler  John Berger . Huzur içinde uyu ,  yazdıkların bir şarkı tadında akıyor şu anda zihnimden hiç şüphen olmasın .


Aylak Adam 
1    9 Mayıs sabah karşı – 2017


( *) Kitap : Hoşbeş – Yazar: John Berger  - Metis 2016

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Yaratıcı Yazarlık Temel Eğitimiz Üzerine

Bu not ve yazıyı  Sait Faik'in eşsiz anısına ithaf ediyorum 

"söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. yazı yazmak da hırstan başka ne idi ? burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. hırs hiddet neme gerekti? yapamadım. koştum tütüncüye, kağıt kalem aldımç oturdum. ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. kalemi yonttum. yonttuktan sonra tuttum öptüm. yazmasam deli olacaktım."

sait faik abasıyanık* haritada bir nokta

Yaratıcı Yazarlık Temel Eğitimiz Üzerine 

Seçimi sancılı olan bir eğitimdi doğrusu ,  adı havalı , onaylama süreci biraz tartışmalı olmuştu , bu yüzden omuzlarımda  bir yük hissederek  girdim kapıdan , sonrası işte aşağıda ...

Heyecan verici isimi olan bir eğitim hiç şüphesiz .  Eğitmenimiz  bir yazar (Melike İlgün ) . Tek güne ve  sınırlı zamana şüphesiz ki sığmayacak bir eğitim ki ona vurgu ile açıyoruz günü …

Aslına bakacak olursanız  gerek eğitim süresince gerekirse de sonunda   tırnak içinde ki “ yaratıcı” kavramından ziyade  temel anlamda bir yazarlık konusu ,  hiç yazma girişimi olmamış , denememiş , bundan çekinen , belki biraz da korkan katılımcılar için  iyi ipuçları ve  temel teknik detayları veren bir eğitim olduğunu söylemek mümkün .  Yaratıcı kısmı da  gün içinde verilen pratik ipucu ve çalışmalarla , aklından yazmanın zorluğunu geçiren katılımcılara aslında işin  basit ve mümkün olduğunu , yaratmayı kolayca sağlayabilecek çok fazla  konu bulunabileceğini kanıtladı. Bu anlamda eğitimin ve eğitimcimizin kısıtlı süreye rağmen oldukça başarılı olduğunu ifade etmeliyim 

İşin  içinde “yazmak, yaratmak , okumak , düşünmek , kafa yormak , araştırmak ,  merak  vb “  konuları oldukça o olay her zaman ilgi çekici olur  . Sonuç olarak  kendinizi dolu , pek dolu , çok dolu hissediyorsanız , bence yazmanız , yazdıklarınızı paylaşmanız son derece kolay .  Belki bu yazı ya da  bu notlar sizlerde de bu iştahı kabartmaya ve bu konuya odaklanmanıza imkan sağlar .

Bu nedenle  katıldığım için , hem imkan sağlayan kurumuma , hem eğitmenimize , hem de katılımcı arkadaşlarımıza  ayrıca  özel bir teşekkür sunmak isterim.


Eğitimden aklımda kalanlar ya da  kısa notlar ve ipuçlarını  Aylak Adam ‘dan merak edenler  için de aşağıdaki gibidir .  Buyurunuz ..

***



“5 n 1 k “  (  Ne , ne zaman , nerede , nasıl , neden , kim )
Sihirli formül  her türlü yazı için budur .  Ana temanızı bu formülün “ K” sı KİM ile başlatmanızda yarar var .

KİM :  Bir yazıda kullanmak istediğiniz kişinin ( kahramanınızın )  olabilecek tüm özelliklerini , gerek somut  ögeler  , gerekse de  yaratma isteğinize göre , uçuk kaçık dahi olabilecek şekilde tüm özelliklerini  bir  sayfaya  yazmanızla başlar  . Sonra  bu özellikler üzerinden detaylara girebilirsiniz  (  İsim , cinsiyet , yaş , doğum yeri , yetişme koşulları  , eğitimi , ailesi , arkadaşları , çevresi ,  yakın arkadaşları , ilişkileri  vb .. – doldurun doldurabileceğiniz kadar , her özellik işinize yarayacak şüphesiz yaratma aşamanızda - )   ( Örnek : Esra , Kadın, 28, Adapazarı, öksüz , lise , anne ve kardeşler,  Ali ve Ayşe özel iki arkadaş, baskılı bir çevre , gizli bir ilişki  vb)

NE ZAMAN : Kurgulayacağınız hikayenin dönemini belirlemeniz gerekir . O dönemin  hem dünya , hem bulunduğumuz coğrafyada ki  her türlü , gerek sosyal , siyasi vb tüm başlıklarının eklenmesi . Örnek : Günümüz (2010'lar)  , 70’ler , 30 yıl sonrası vb .  Dünya : Trump, Ortadoğu , Savaş , Rusya , İslamafobi , terör  , küresel ısınma , çevre  vb   Türkiye : Tek adam , kutuplaşma , gezi , 15 temmuz , sosyal medya esareti , yozlaşam vb..)

NEREDE :  Olayın geçeceği mekanların özellikleri gibi düşünebilirsiniz .  Karakterin yaşadığı yer, fiziki özellikleri  ve diğer özellikleri  tek tek  bir tablo gibi yazılmalıdır.

NASIL: Kahramanın fizyolojik ve psikolojik özellikleri  bir tablo gibi not edilmelidir   .  Örnek : Uzun bolu, yeşil gözlü ,kumral , çine kapanık , depresif, , fobileri var ,  mutsuz , mutlu , hayat dolu , dışa dönük , sosyal , anti sosyal vb )

Nasıl a) Dili ,aksanı , argosu , jargonu vb detaylar gerekirse  ilgili dönem hakkında okunmalı araştırılmalı ya da gözlem yapılmalı blinmeyen bir durum ise mutlaka deneyimlendirilmelidir .

Nasıl b)  Empative Eşduyum \ İçgörü    

Empati nin en güzel anlatısı için bir  Cheyenne (Şayen)  Kızılderili  sözünü öneriyoruz  “  Komşun ( düşmanın , rakibin vb ) hakkında hüküm  vermeden önce  onun makosenleri ile bir mevsim yürü ve sonra karar ver “ 
İçgörü :  Kavrama , kendine derinden bakabilme
Notum :  Yaramak istediğiniz hikayede  kahramanın yukarıdaki özellikleri üzerinden gidilmesi gerekiyr ise  bu özelliklerin detayları için bence ciddi bir araştırma , bilgi ve gözlemin önemli olduğunu düşünüyorum ,  klişe bir özellik tanımı ile hikayeler yavan kalabilir , eğer hikayede b özellikler öne çıkacaksa )

NEDEN  ve NE  :  Bu durum kurgulayacağınız hikayenizin  içinde var olacaktır


Tavsiye :  Öncelikle  “ Karakteri “ yani “ KİM” i yaratıp sonra olayı kurgulayabilirsiniz .

HİKAYENİN ANLATICILARI ( temel olarak aşağıdaki üç başlıktaki anlatıcı tanımlanır )

1-      Kahraman Anlatıcı ( Ben )
2-      Gözlemci Anlatıcı ( O)
3-   Tanrı Anlatıcı ( Adından da anaşılacağı gibi ,  bir üst anlatıcı , gerek olayların gerek kahraman ve kişilerin tüm ayrıntılı detaylarını bilen  ve hakim olanın anlatıcılığı )
Tavsiye olanın ve ilk başlangıç için “ Tanrı Anlatıcı” olması vurgulandı .

Tavsiye kitap : Arstotales “ Poetika” ( Antik çağın bu büyük filazofunun asalında gerek sanatın , gerek edebiyatın temel ipuçlarını verdiği ve günümüzde halen bu temel unsurların geçerliliğinin şaşırtıcılığı da görülebilecektir ) (Bknz : Deep Note 2)

Bu kitaptan alıntı üç  kavram :  

Katharsis : Arınma  …. Olayların kendi başına geldiği gibi düşünerek , bu durumdan arınma durumu , hissi yakalamak .. ( Bknz : Deep Note )

Peripetaia :  Aristoteles'in Poetika adlı yapıtına göre, tragedyada kahramanın yazgısındaki beklenmedik değişim, döngü noktası. ( baht değişimi = yazıda ki  ana final olayı olarak düşünülebilir )
Anagrorisis : "bulgu" ya da "tanıma" anlamına gelen anagnorisis, karşılığını poetika'nın xi. bölümünde "bilgisizlikten bilgiye geçiş" olarak bulmuştur. bir başka deyişle anagnorisis, bir karakterin başka bir karakteri çeşitli yollarla (işaret yoluyla, duygusal ilişki yoluyla, mantık yoluyla, karakteristik özellikler yoluyla, içinde bulunulan durum yoluyla vb.) tanımasıdır.  Pripetaia dan bir önceki adımdır.

Hikaye kurgusunu bir düzlem üzerinde göstermek gerekirse
< ----------------------X1----------------------------------------------------------X2---------------à
             Serim                                    Düğüm                                                          Çüzüm
X1  = Anagrorisis
X2  = Peripetaia

İpuçları “ Yazılacak  hikayenin bölümlerini  önceden belirlemek , kurgularını yapmak , bütünlüğü ve yazmayı kolaylaştırır .  Örnek :  Bir kişinin hikayesinin  bölümleri : (Aile) ( Doğum )  ( Okul ) ( İş) ( Aşk) ( Başarı)  ( Sonuç-Final)  vb…

Dili Kullanırken Dikkat

Hangi zaman dilimini kullanıyorsan , sonraki cümlelerinde aynı dilimde olmalı
-miş li geçmiş zamanın sürekli kullanılmamasına dikkat edilmeli.
-di li geçmiş zaman başlangıçta tesviye edilebilir.

Yapmanız Gerekenler

-Not defteriniz bulunsun , not alın , cep telefonu kayıt özellğini kullanın
-Aklınıza gelen fikirleri , cümleleri , düşünceleri not edin
-Çevreniz ya da yakınlarınızdan dinlediğiniz hikaye ,ilginç olay ya da anekdotları not edin
-İlginç bulduğunuz  gazete haberleri  ve fotoğraflarını saklayın
-İlginç fotoğrafları saklayın
-Dinleyin !  Hep sen anlatırsan , duyma şansın olan hikayeleri kaçırırsın!
-Bol oku şüphesiz
-Okuduğun ilginç cümeleri veya görselleri bir deftarde biriktir
-Yazdıklarını yüksek sesle oku , okuyup duy ve dinle
-Yazdıklarınızı hemen paylaşmayın , demlenmesini beklemekte yarar var
-Yazdığınızı herkese söyleyin

YapmaMAnız Gerekenler

-Vaaz vermeyin  ( okuyucu sıkılır)
-Hakem olmayın (Bırakın okur karar verisin )
-Kendinizi ya da karakterinizi idealize etmeyin
-Kendini ve yazdıklarını tekrarlama , her cümleniz yeni bir şey söylemeli (  Son okumayı yaptığınızda  mutlaka tekrarları aynı anlamlı farklı kelime ve cümleler göreceksiniz , çıkardığınızda anlam bütünlüğünün bozulmadığını şaşırarak göreceksiniz )
-Ve son !  YAZMAK ZAMANLA GELİŞİR ! 

Ve bir egzersiz  : Birbirinden alakasız üç farklı konu  ve üç obje seç   ( Örnek : üç şarkı ismi ve üç obje seç , sonra bunların her birini kullanarak  içinde geçtiği anlam bütünlüğü oluşturan bir paragraf yaz  .(  Bizim  örneğimiz :  Şarkılar : Son Sardunyalar , Fikrimin ince gülü ve Light My Fire , objeler ise :  Vazo , Bardak ve Mum du )  Sonuçta beğenilen bir  bütünlük yaratabilmiştik , siz de farklı üçlemeler ile denemeler yapabilrisiniz …

Hepsi bu , yazıyı buraya kadar okuduysan artık senin için de yazmak bir adım daha kolaylaştı emin olabilirsin . Haydi  ...


Aylak Adam
Mayısın Sonları 2017



Deep Note'lar  :  (Kaynaklar Wikipedia)

1-Katharsis
Arınma (Yunanca) olarak da bilinen katarsis, Aristoteles'in Poetica adlı yapıtından alınmış bir sözcük olup; ilgili yapıtta trajedinin seyirci üzerindeki etkisini anlatır. Ayrıca Platon'un "Devlet" adlı eserinde de zikredilen, adil ve onurlu yöneticilere atfedilen bir felsefi terimdir. Literatürde, ruhun hem özgürlüğüne hem de tarafsızlığına kavuşturulmasını simgeleyen bir retorik olan Katarsis, özünde ruhani başkalaşmayı, hatta bunun için bazen boyut değiştirmeyi (Astral olarak) de anlatmaktadır.

Psikanalizde, bilinç dışına itilmiş duyguların yaşanıp boşalım olanağına kavuşturularak hastanın patojen duygulardan ve nevrotik belirtilerden kurtarılmasıdır.

Antik Yunan'da bir tür "ruh dönüşümü" olarak kabul edilen Katharsis, ruhun kötülüklerden arındırılması olarak benimsenmiştir. Aristo, katharsis hakkındaki düşüncesini, Poetica'da açıklarken, tiyatronun insana kendisini dışarıdan gösterdiği için arzulardan arınmasını sağladığını söylemektedir.


2- Poetika (Yunancada:Περὶ ποιητικῆς), sanat hakkındaki görüşlerini bir bütün içerisinde sunan Aristoteles'in şiir sanatı ile ilgili kuramlarını içeren ve tarihte sanat olayını araştıran ilk eserdir[1]. Estetik kavramı kapsamında; sanatların karşılaştırılmaları ve tragedya'nın üstünlüğünü vurguladığı Poetika, gerçekçiliği ele almasının yanı sıra, yaratıcı düş gücünü de ön plana çıkartmıştır.

Poetika, tiyatro sanatı üzerine yazılmış olan eserlerin en önemlilerinden biri olarak kabul edilir. Eserde belirtilen sanat tanımı Antik Yunan klasik sanatının ayırıcı özelliklerini dile getirir.



28 Nisan 2017 Cuma

Nisan ayı ve herşeye rağmen " umut " dolu bir yazı ...

Zamanın akışına  kendini bıraktığında , zaman seni bir hiç gibi yutup akıp götürüyor , bir akarsuyun üstüne düşen küçük bir yapraktan farkın yok , kontrol sende değil , tamamen akarsuda , nereye isterse seni oraya sürükleyebilir ve ne olduğunu, nereye gittiğini , başına ne geleceğini dahi  anlayamayabilirsin .
 
Bloga bakıncada fazla bir yazı yazmadığımı görüyorum , bu da bana yukarıdaki paragrafta ki durumu hissettiriyor ilk anda bu yazıya başlarken , ama sonra  aşağıdaki satırlar döküyor beyinden , parmak uçlarına , oradan klavye üzenden bu blog sayfasına  .  Bakalım nelermiş bunlar ?

Nisan Ayı " tercih" ayı
Ama yine de  tabi ki zaman boş geçmiyor şüphesiz .  Öncelikle  bu yılın Nisan ayı , ülkenin kaderi ve geleceği açısından önemli bir tercihin halk oyuna sunulduğu bir süreci kapsadı . Kritik oylama kritik sonuçlandı .  Tercih tartışmaya açık , daha da açık olan bu tercih neticesinde geleceğin nasıl kurgulanıp , nasıl şekilleneceği .  Umutvarız tabi her zaman , doğamız bize bu gücü veriyor " umut" .  Beklentimiz de  bir ulusu bir devleti ortaya çıkaran özelliklerin yok olmaması  .  Toplumu oluşturan tüm bireylerin ve çağdaş yaşamın tüm gereklerini kapsayacak ihtiyaçların ve beklentilerin deforme edilmeden geleceğe taşınması.  Siyasi güçlerle kişisel egoların içiçe geçmesiyle ortaya çıkabilecek güç dengesizliği ve serhoşluğunun oluşmaması .  Umarız gelecek başta çocuklarımız için daha güzel bir ve yaşanabilir bir dünya olabilecek şekilde  oluşturulabilsin . Bu süreçteki en önemli  duruş ve politikanın , önce kendine , sonra  topluma , sonra çevrene , komuşularına , sonrada dünyaya saygıdan geçer . Sonucunda da  " barışçıl" bir yaklaşımdan ...  Aksi olacak her türlü olumsuluktan tüm bu sürecin sorumluları veballeri üstlenmiş sayılacaklardır .

" TEOG " denilen bir muamma
TEOG denilen bir  tercih oyunu daha sonlandı bizim için bu nisan ayında .  Henüz ergenliğe yeni adım atmış çocuklarımızı  tam da bu çok önemli dönemde  , eğitim sürecinin en kritik noktası ile  geleceği belirleyecek önemli bir sınav silsilesi içerisine sokmanın bir eğitim programı , planlaması , kararı ve uygulaması olarak  " korkunç " olarak değerlendiriyorum .   Çocuk ve genç , bir toplumun geleceği demektir .  Geleceğini belirleyecek insan kitlesinin yaşamı sadece  okul ve sınav gibi dar bir kalıpla belirlenemez , gelecek bu şekilde güvence altına alınamaz .  Heleki adı geçen sınav ve çocukların dönemi bu sürecin külliyen hatalı olduğunu kanıtlar.  Son bir yılı başında doğası gereği kavak yelleri esen , aslında  temel ihtiyaçları ve beklledikleri destekler bambaşka olan bu çocukları   haftanın yedi günü ve belki günün  12-15 saat aralığını " ders , kurs,  sor , test , sınav "  kurgusu ile boğmak , belkide çocuğun gencin daha yola başlarken , ruhsal sakatlanmasına sebep oluyor .  Bu zor dönem ve tercih , başta çocuğu , sonra yakın cevresi ve ailesini , sonra  eğitimini , eğitim sistemini , okulunu , öğretmenlerini ve tüm yaşam alanını sakatlıyor .  Biz bu nisan bu dönemi  zorda olsa  , en azından çokça yıpranmadığımızı düşünerek ve umut ederek sonlandırdık . Yine de tüm olumsuzluklar rağmen bu anlada da geleceğe " Umutlu" bakıyoruz . Tüm TEOG gazisi öğrenci ve ailelerine geçmiş olsun diyorum .

Radyo yayınları ve müzik yazılarına devam
Radyo yayınları ( Rakınroll FM) bu nisan ayında  bir tık azalarak da olsa devam etti .   İnternet radyosunda  programlarımı spontan olarak  yayınlamaya devam ediyorum . Şüphesiz bu yayını  güncel müzik dünyasını yakından takip etmek ve de  gerçek anlamda konsantre olarak albüm ve sanatçı keşfetmek , müziği keyifle ve zevk alarak dinlemek , müzik adına  araştırma yapmak ve de  yazı yazmak  ( Blues Perişan Blog ) olarak kullanıyor olmak kişisel olarak bana  zaman nehrinde salınan bir yaprak olarak az da olsa yön belirlemede ve akışa tamamen teslim olmadan , kendimce birşeyler yapma fırsatı da sunuyor .   Yani  radyo , müzik ve de yazı da bir başka " umut"  benim için ...

Şimdi bir de  baharın çoşkusu ile  yavaş yavaş haşır neşir oluyoruz , yeşil erik , gelincik şurubu sezonunu da açıyoruz ki  , herşeye rağmen değmeyin keyfimize . Hele bir de  deniz sezonumuzu da açıp kendimizi soğuk sulara bıraktık mı , yılın yenileneme döngüsünü ve coşkusunu daha da hissedeceğiz ve de tamamlamış olacağız , bir yeniden doğuş gibi ...
 
Kalın sağlıcakla

Aylak Adam
Nisanın son günleri 2017

28 Mart 2017 Salı

Blues Perişan ve Muzik Yazıları



Her hafta düzenli Rakınroll Fm  internet radyosunda yaptığımız yayınlardan yeni keşif albüm , grup ve şarkı seçkileri ve birçok farklı konuda yazılarımızla  yer alıyoruz ..

Aptulika'ya  sayfasında bize yer verdiği için özel teşekkürlerimizi  , sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz


Tüm bloğu sık kullananlarınıza eklemenizi ya da  haber al  kısımına abone olarak yeni yayınlardan anında haber olmanızı öneririz ...

Aylak Adam
Mart 2017 Sonları

Blog Adres ve linki  :  http://bluesperisan.blogspot.com.tr/


18 Şubat 2017 Cumartesi

2017 Oscar'lar için birkaç yorum

Önce bir ön yorum :  La la Land dışındaki tüm en iyi film adaylarını izledim .  Bu sene OSCAR komitesi " zenci  filimleri" seçkisi sunuyor gibi . Esasında  günah çıkarma gibi mi algılamak lazım . Yani ırk ayrımına sıkı bir mesaj mı desek, ya da Trump 'u mu sevmediler , her ne olursa olsun  Moonlight , Fences , Hidden Figuers  zenci  kahramanlar ve hayatlarının farklı içeriklerini sunuyor . Lion'da da  Hintli bir gencin hikayesi ayrıca  ilgi çekici  bir seçim .  Bunun yanı sıra genel anlamda  yapıtlar  , Amerikanın arka sokaklarında ya da taşrasında ki  sıradan hayatlara odaklı konular ve sıradan insan hikayeleri gibi .  La la  land   bunların dışında kalıyor   , Arrival zaten bir bilim kurgu ..


En iyi Film Adayları

Arrival   :  Vasat bir  bilim kurgu fantastic film . Çok tarzım olmayan bir  konu , ama dil bilimi  ve bir bilim insanını işin içine sokmuş olmaları senaryo ve kurgu olarak hoşuma gitti .  Ama flim boyunca  bunun dışında ilginç bir şey yok . Dili çözme konusu çok hızlı gelişiyor ve anlaşılmıyor .  Oscar  alırsa  çok ciddi süpriz olur . Hiç  şans vermiyorum

Fences : Danzel Washington , hem yönetmiş hem oynamış , filim neredeyse bir  tiyatro oyunu gibi  aynı  ortamda  başlıyor ve bitiyor . Amerikan alt sınıfının günlük ve sıradan hayatlarından bir kesit . Psikolojik ögeler var .  Danzel Wasgington tek başına oynuyor nedeyse, sonlarda  eşi rolündeki kadın oyuncu (Viola Davis) da  kısa da olsa büyük oynuyor ama ... İlk 30 dakika sanırım 20 dk'da  sürekli  D.W'nin dialogları var, makine edasıyla konuşuyor ve oynuyor , etkileyici bir performans .  Gayet tabii ki bu da başarılı bir oyunculuk olarak öne çıkıyor .  Oscar alacağını sanmıyorum ama . D.Washington en iyi erkek oyuncu favorilerimden biri , Oscar bence ona gitmeli ...

Hacksaw Ridge  : Bu yıl Oscar filimleri içinde iki ilginç kahraman dikkat çekiyor . Onalardan birincisi bu filmdeki esas çocuk ( Diğeri Moonlight) . Bir de  gerçek hikayeden alınma  . Silah kullanmayı reddeden bir askerin ikinci dünya savaşında  Japonya ya karşı savaşması .  Hikaye çok etkleyici tabi .  Kahramanlık da etkileyici . Genç.oyuncu fena değil ama - hatta adayda göstermişler - bence Oscar'lık oynamıyor .  Bir Amerikan kahramanlığı olduğu için süpriz yapıp Oscar veriler mi bilmem ama , alabilir .  La la land yönetmeni almazsa Mel Gibson belki  bu filmle en iyi yönetmenliği alabilir kim bilir ?

Hell or High Water : Sıradan bir arka sokak hikayesi, ama şahane sıcak ve sempatik bir hikaye , hem de action ve şiddet içermesine rağmen  .  Şahsen benim adaylar arasında  en çok ilgimi çeken film bu oldu . Oyunculuklarda başarılı . Jeff Bridges 'de dolayısı ile  en iyi yardımcı oyuncu adayım . Bana kalsa en iyi film  Oscar'ını da bu  veririm ama , Oscar ne yapar bilemem

Hidden Figures :  Hell of High Water  , olmayacaksa  Oscar 'ı bu filimin almasını isterim . Zenci ırk ayrımcılığını yine gerçek bir hikaye ve konuyla anlatan bu filmin hikayesi ve özellikle  üç zenci bilim kadını oynayan oyuncuların başarısı kurgu ve enerji filmi açıkçası çok sempatik kılıyor .  Kevin Costner'i bile sallamış ablalar  . Şahane bir üçlü oyunculuk enerjisi var . Bu yüzden Oscar'ı üçe bölemeyecekleri için  elleri boş kalacak ama , takdiri hak ediyorlar.

La La Land :  Bu tip filmleri izleyemiyorum , tarzım değil yine de deneyeceğim şansımı . Bu yüzden şimdilik film hakkında yorum yapmayacağım . Yine de şöyle bir baktım . Yorum yapamayacağım ama rekor aday olduğu için bir dünya ödül alacaktır . 

Lion : En iyi uyarlama  senaryoyu kesin alması lazım .  Müthiş bir hikaye ,  etkileyici bir ilk bölüm oyunu , küçük oyuncu gayet başarılı .  Beğendim hatta çok beğendim ve de çokça da  etkilendim ,  ama  en iyi film Oscar'ı olur mu emin olamadım ... Biraz düşündükten sonra dedim ki : Olabilir !

Manchester by the Sea : Amerikan sıradan figürlerinin günlük yaşamından bir kesit .  Bir amca yeğen ilişkisi konusu . Amerikan lokal  hayatına dokunduğu için Oscar formatına uygun . Bana kalırsa vasat bir film . Hiç şans vermiyorum ama , bakış açımız farklı Oscar'la ne de olsa  ...

Moonlight : Zenci filmlerinin en ilginç ve uç hikayesi olan filmi bu . Eşcinsel bir zenci kahramanın iç dünyasını , çelişki ve çekişmelerini konu alıyor . İlgi çekici bulunmuş olabilir bir kısım izleyici tarafından ama bana vasat geldi .  Kahramanın lise öğrencisi dönemini onayan oyuncu başarılıydı .  Ben Oscar vermem , alırsa da tuhafıma gider doğrusu .

Benim En İyi Film Ödülüm ( Aylak Adam Heykeli Yani ) : CAPTAN FANTASTIC .: Amerikan sistemine ve genel anlamda dünyadaki sisteme, yani kapitalizme  ciddi bir  başkaldırı , aynı zamanda alternatif  ve alt kültür hikayesi ile şahane bir film . Viggo Mortensen   en iyi erkek oyuncu adayı . Bence  O o kadar da oynamıyor , ama özellikle  çocuk ve genç oyuncuların hepsi şahane ve etkileyiciler ki filmi başarılı kılanlardan biri de bence bu .

Diğer birkaç başlıkla ilgili tahminlerimde şöyle :

En iyi Yönetmen :  Mel Gibson - Hacksaw Ridge  ya da  Damien Chazelle - La La Land
En iyi Erkek Oyuncu :  Densel Washington - Fences
En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu :  Jeff Bridges - Hell on Hight Water
En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu : Viola Davis, Fences


En iyi Kadın Oyuncu : Bu aday filimleri izlemedim yorum yapamayacağım ...

Aylak Adam 
17 Şubat 2017

13 Şubat 2017 Pazartesi

Kırk kez söylersen olur derler . O halde olsun !

40  KEZ " YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ , SAVAŞA HAYIR !"

Kişisel bir tavır olarak sosyal medya hesabımdan KIRK GÜN  "YURTTA BARIŞ , DÜNYADA BARIŞ . SAVAŞA HAYIR !" mesajı vermek istedim . Ve bu gün bunu sonlandırıyorum ! ( 40 kere söylersen olur  derler ya adam olan için,  işte o yüzden  )

Neden şuydu:Öncelikle bir asker olan  dünya çapında büyük savaşlarda bulunmuş büyük Mustafa Kemal Atatürk bunu samimiyetle ve bir düstur olarak  söylemişti . Ve güncelinde her geçen gün bizi girdabına alan terör , sonucunda  ölümler , sınır ötesinde ölen , hatta yakılan askerler ve gelecek karanlık günler .... Ve tabi tarihin kayıt altına alındığı günden beri hafızalarımızda olan tüm haksız ve gereksiz SAVAŞLAR !

Taleplerim :
BİR :Tüm bize ait olmayan SAVAŞLARDAN çekilmeli ve BARIŞI aramalıyız
İKİ : Öncelikle, bir birey olarak her birimiz  iç benliğimizde, yani kendimizle olan çekişmeleri , sonra ailemizle ve çevremizle olanları da bırakmalı ya da çözmeli ve SAVAŞmayıp BARIŞmalıyız
ÜÇ :Ait olduğumuz toplulukla SAVAŞmayıp BARIŞmalıyız
DÖRT : Farklı uluslarla sebepsizçe  SAVAŞmayıp BARIŞmalıyız
BEŞ : Topak Ana yani dünyamız ve doğamız ile SAVAŞmayıp BARIŞmalıyız
ALTI : Litaratürümüzde SAVAŞ değil BARIŞı hakim kılmalıyız
YEDİ: SAVAŞ empatisini samimiyetle yapmalıyız ( Yıkılmışlığı , terk edilmişliği , kimsesizliği , kaçmak zorunda olmayı , mülteci olmayı , acıyı vb )
Ve SON ,

HEP BERABER :

" YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ ve SAVAŞA HAYIR " ( 'ı inanarak ve özümseyerek ) haykırmalıyız

AA
Şubat 2017


Not : Savaş karşıtlığı , haksız yere yapılan saldırıda kendini savunma gerekliliği ( nefs-i müdafa) dışında , tüm samimiyetle paylaşılmıştır .


İnsan bir şeyi kırk kere söylerse olurmuş derler .
Derler de ne ederler, ağalar beyler
Bir yankı , bir çığlık , bir haykırış , çok uzuklardan gelen
Geçmiş saatlerden , anlarda ve zamandan

Yanıyorlar iken onlar , yakanlar da birer insan iken
Savaşa ve silaha hayır ! Barış , hemen şimdi ve daima ...




4 Şubat 2017 Cumartesi

Bir Kitap : Doppler - Erlend Loe (YKY)


Modern yaşamdan bıkkınlık , yılgınlık , isyan , kaçış isteği , reddediş veya benzeri duygular her geçen gün dünyanın  çeşitli yerlerinde ki bazı tip insanların ortak bir davranışı haline gelmeye başladı .  Şahsen bende de yok değil . 

Sanırım bunda ki en önemli sebep modern yaşam adı altında bize dayatılan şeylerin doğamıza , benliğimize , eğitimle, tecrübe ve deneyimlerle  edinmiş olduğumuz yeti ve kazanımlar da dahil olmak üzere pek çok şeye ters gelmeye başlamış olması da denilebilir .  Savaşlar , çevre kirliliği , küresel ekonomik oyunlar , bilimin gelişiminin insan hayatına katkısının yanı sıra aynı zamanda onun yaşamını tehdit etmesi gibi birçok etkende , kimi çağımız insanlarını bundan uzaklaşmaya, yeniden başa dönmeye itiyor, ya da ihtiyaç hissettiriyor  .


Kitabın kahramını Doppler de Norveçli ve tam da bu rahatsızlığı yaşayan bir arkadaş ve bir sabah eşini iki çocuğunu da bırakıp  çadırını alıp Oslo’nun yakınlarındaki bir ormana taşınıyor ve orada yaşamaya başlıyor .  Avcı toplayıcı ve takas ekonomisini benimsediğini belirtip adımını atıyor . Tabi macera  beklendiği gibi hiçte kolay olmuyor .  Önce bir anne geyiği bıçağı ile avlıyor ama bir sürpriz olarak yavru geyik Bongo ona sürpriz bir  armağan, ama aynı zamanda arkadaş olarak kalıyor . Bongo’ yu kitapta , hem bir dost hem bir yardımcı hem de mesajlarını vermede aracı olarak kullanıyor . 

Bu arada bu macera tahmin ettiğiniz  gibi ilkel ve yaban bir düzelmede gelişmiyor ,  ara sıra karısı ziyaretine geliyor onu caydırmaya çalışıyor , zaruriyetten ( karısı iş gezisine gidince) mecburen evine dönüp iki çocuğuna zorunlu bakması gerekiyor ,  en büyük takıntısı yağsız süt için veli toplantısında avladığı geyik eti karşılığı takasta  market müdürü ile anlaşıyor , vücudunun enerji ihtiyacı için  Düseldorf isimli ilginç kahramanın- takıntılı bir maket yapıyor ki çok ilginç hikayesi var -  evine girip devasa çikolatayı – çalıyor-  çalmaya çalışırken bu kez  yakalanıyor ama adamla arkadaş oluyor .  Evinde kaldığı bir gece eve giren hırsızı yakalıyor ama onu polise vermek yerine sohbet edip misafir ediyor ,hatta sonrasında arkadaş dahi oluyor ,  ihtiyacı olmayan  DVD Player ve CD ‘leri ona veriyor ( kücük oğlunun takıntısından kurtulmak adına tabi  ) .  İhtiyacı olan bazı malzemeleri geriye vermek kaydıyla gidip yakındaki evlerden çalmayı da göze alıyor . Onu ormanda rahatsız eden Oslo’lu bir sağcıyla hem savaşıyor hem de onu söz ve davranışları ile etkiliyor , sonunda küçük oğlu da dahil olmak üzere bu ekip ormana yerleşiyor.  En sonunda da ,  kocaman bir totem direğini önce yapıp sonra da imza olarak dikiyor ormanına , sonrasında da  başka ormanlara doğru Bongo ve oğlunuda yanına alarak yola çıkıyor …  Kim bilir yolunuz bir gün bir ormana düşerse  , bir adam , bir  geyik ve bir çocuğa rastlarsanız şaşırmayın derim J

Kitabın detayını vermeye çokta gerek yok ,  kitaptaki anlatım gerçekten çok esprili ve eğlenceli ,  keyifli bir anlatımla  yazılmış ve de çevrilmiş .  Hızlıca okunuyor ama ciddi düşündürücü anekdotlarda var . 

Yazar açık ve net  kendisini , ailesi ve en yakınları da dahil, hatta ülkesi Norveç’i bile  ince ve etkileyici ama esprili bir dille şahane eleştiriyor ve tüm bunların çerçevesinde günümüz modern dünyasının dayatmalarına  harika bir gönderme yapıyor .

Kitaptan bası küçük satır araları :

Veli toplantısında  , sıra  kendisine geldiğinde  . Okul müfredatına takas ekonomisinin alınması gerektiğini istiyor . Gençler her şeyi satın almak yerine eşya ve hizmet takasına özendirilmeli . Dünyanın geleceği buna bağlı , dünya insanlara ait değil , insanlar dünyaya ait …”

“ …Orman sakin ve dostanedir …insana hiçbir şekilde güvenilmezken , yaşamını ormanın ellerine hiç tereddüt etmeden bırakabilirsin , çünkü orman dinler ve anlar . Orman yıkmaz, yeniden kurar ve her şeyin büyümesine izin verir , her şeyi anlar , kucaklar …”

İnsanların sorunu şu : Isıız ve büyük bir alanı ( orman vb)  doldurduktan sonra , alan ıssız olmatan çıkıyor . Bakışların nereye dokunacağını insanlar tanımlıyor . İnsanların bakışları neredeyse her zaman diğerlerinin üzerinde . Böylelikle bu dünyada insanların  , insan olmayanlardan daha önemli olduğu yanılsaması yaratılıyor . Irzına geçilmiş bir yanılsama …”

Oğluna gideceği okula dair verdiği öğüt günümüz  eğitim öğretimine ağır ve yerinde bir eleştiri olarak son notum olarak yer alıyor .   Ne kadarda yerli yerinde bir tespit . Heleki ülkemizde .  Eğitim sistemi artık kesinlikle sınırları zorlayan değil , sınırları korumayı bırakın daha da daraltan bir zihniyette  iken Doppler ‘in bu son aforizması ile  yazıyı bitiriyorum ..

“ …Sınırları korumaktansa , sınırları zorlayan bir  okula git…”

Geronimo Yalnızkartal
Şubat 2017- İstanbul


26 Ocak 2017 Perşembe

2017 için hedeflerim

Geleceğe istediğimce  ilerleyebilmek için , geçmişten ders alıp , anı (zamanı)  hakkıyla yaşarken , geleceğe dair  gerçekleştirilebilir ve sürdürülebilir hedefler koyarak koşmanın , hem bireysel mutluluk , hem bireysel gelişim,  hem de etkileriyle , kendimi iyi hissettireceğine , ayrıca  toplumsal ve sosyal faydaları olabileceğine inanıyorum .

Bu nedenle  buraya  bu yıla dair kendimle ilgili  küçük notlar düşüp  yıl içinde en azından onları gerçekletirip mümkün olursa üzerlerine çıkmaya çalışmak sanırım  bana iyi gelecektir.

Bakalım bu yıl neler yapabilirim , düşünelim ..( Düşünmeye başladım ve işte bazı başlıklar)

Sayısal olmayan , kişisel  hedefler 

Kızımla ve eşimle  daha özel ve daha kaliteli zaman geçireceğim
( Sonuç : % 50 başardığımı düşünüyorum )

Yüksek tonda  ve sertlikte konuşmayacağım
( Sonuç :  Önemli iyileşmeler var , ama halen devam ediyor )

Ani olarak sinirlenmek yerine ,  gerekli hallerde , yavaş ve sakin bir yol izleyerek usul usul sinirleneceğim :)
( Sonuç :  Önemli iyileşmeler var , ama halen devam ediyor )
 
Sigarayı bırakacağım ( ya da  az ve içilebilir kılacağım . Günde beş adet)
(Sonuç: Başardım % 100 )

Evde rakı yapımına başlayacağım
(Sonuç : Başlayamadım)

Tayfalar ile ayda en az 1 kez buluşacağım ...
(Sonuç : %30  yani başarısız )

Sayısal Takip Yapılabilir Olanlar


 
Sıra Başlık Hedef Gerçekleşen  Fark 
1 Okuyacağım Kitap 100 45 55
2 Dinleyeceğim Yeni Albüm 50 3 47
3 Büyük koşulara katılacağım 3 1 2
4 Farklı … Ayda denize gireceğim ( Nisan-Mayıs\Ekim-Kasım ) 7 7 0
5 Haftada en az iki koşu antrenmanına çıkacağım 102 60 42
6 Gideceğim Konser 4 2 2
7 İzleyeceğim Tiyatro 5 1 4
8 İzleyeceğim Sinema Filmi 52 55 3+
9 Destek sağlayacağım Sosyal Sorumluluk  3 3 0
10 Gezi : Görmediğim  yerler  2 1 1
11 Hafta sonu yakın yerler kaçışları  4 0 4
12 Müze ziyareti 4 5 1 +
13 Blogda her ay en az  … yazı yazacağım 36 12 24
14 Anne babamı yıl içinde ziyaret edeceğim 7 8 1 +
15 Eşim ve kızımla  her ay en az bir kez dışarıda bir akşam özel programı yapacağım . 12 6 6
16 Yıl içinde yapacağım Outdoor etkinliği ( Kamp , treeking vb.) 2 0 2
17 Burgaz Ada'ya gitmek  4 5 1+
18 Her hafta en az iki gece Rakınroll FM yayını 96 50 46
19 "Savaşa Hayır " Her hafta yazmaya devam edeceğim 45 10 35
20 Turşu kuracağım ( şişe) 4 4 0
21 Domates suyu yapacağım ( şişe) 4 0 4
22 Lakerda yapacağım ( Palamut) 5 0 5
23 Kendi ekmeğimi kendim yapacağım ( ayda 2 kez) 24 10 14







Şimdilik bu kadar ...

Aylak Adam